Birer birer gittiler yaşamımdan.
Herbiri ayrı bir yaraydı, her biri ayrı bir yaşanmışlık, güzel ve
çirkindiler, umutları, umutsuzlukları vardı, sevdaları vardı, en
önemlisi insandılar, insan olmayı ve insanları seviyorlardı. Ben
onlarıBöylece seviyordum. Yanımdalarken kırıyordum onları, bazen küçük
düşürüyordum, kendimi yükseltiyordum. Oysa paylaşılmışlıkların en
güzelini yaşıyordum onlarla. Kurgu değildi bu, sıralı hayaller silsilesi
değildi, kandı, etti, duyguydu tüşöyle. Önceleri bebim için tutunacak
birer daldılar, hiçliğimi eriten çokluğumdular, sonraları sevdamdılar.
Sabah. Güneş penceremi tırmalıyordu artık. Ben geceden kalma
mutluluklarınmı süzerek güne umutlu başlama kavgasındaydım. Yaşam
sürecinin bir basamağını daha yılgın ve durağan atlamaya
hazırlanıyordum. Geçmiş belleğimde dingin bir tutarlılıkla mıhlanıp
kalmıştı. Bu yaşadığımız günlerin ne denli kepaze olduğunu
mırıldanıyordum. İçimde acı tadı vardı ayrılıkların, yalnızlıkların.
Boşluğu kucaklayan kollarımda yorgunluk ve yitikliği aynı anda
yaşıyordum. Geleceği bilmiyordum ve bu beni yaralamıyor aksine
kamçılıyordu. Dört elle olmasa da yaşama bağlaİmamı sağlıyordu. İleriye
dönük planlar yapmıyordum, dilidmde hep aynı dizeyi gezdiriyordum ; "Que
sıra sera". Hoşuma gidiyordu bu. Ama kadercilik değildi benimkisi,
sadece hoşuma gidiyordu. Çünkü bir bakıma doğruydu, olacak olan olurdu
ve bu yabancı dildeki karşılığı içimi ısıtıyordu. Dünü artık unutup
beynimin ücra bir köşesine itmenin zamanı gelmişti. Bana yararı yoktu
hatırlamanın. Unutmak ; o ne büyük bahtiyarlıktı. Ve çoğu insan kendini
irdelemek yerine bu büyük zenaati kullanarak mutluluğa erişiyordu. Ama
benim için yine de eşidi yaşİmamaktı. Evden çıktığımda kör bir vaktiydi
sabahın ve körlük sanki tüm şehri sarmışcasına insanlar da yitik bir
söylercesine ararcasına, kör topal ilerilyorlardı caddelerde, birtaz
sonra her biri işyerlerine, okullarına varacak ve akşama kadar yaşama
ara vereceklerdi. Çünkü yazarın dediği gibi yaşam gecenin konusuydu, tek
kalmanın ve içkinliğin konusuydu, gündüzün ve hengameli bir kalabalığın
değil. Bu bir anlamda rahatlatıyordu insanları, işteyken sayılar ya da
dosyalarla uğraşıyor, kimisi yük taşıyor, kimisi araba sürüyor ve akşama
evlerine döndüklerinde rahat bir yorgunlukla uykuya dalıyorlardı ve bu
ebedi istirahat provalarını habersizce yaptıktan sonra kendilerini
ertesi güne aktarıyorlardı. Ben de bu yığınsal kalabalığa katılarak
hızla yolumu eritmeye başladım. Kafamı hiçbir şey üstünde
yoğunlaştıramıyor, sadece yürümekle yetiniyordum. Belki de bu benim mola
verişimdi. Anlamsız bir rahatlıklaBöylece ilerliyordum her sabah ve
hergün yaptığım gibi işle ilgili ve birbiriyle ilintisiz bir sürü şeyi
kafamdan hızla geçirirp sonuçta hiçbir yere varİmamanın huzurunu
yaşıyordum. Mola. İşe geldim artık. Rutin selamlaşmalardan sonra masama
oturdum. Birkaç kişi gelip bir şeyler analttılar. Boş bir anlayışlılıkla
suratlarına baktım. Ne anlattıklarını biliyordum, dinlemem de
görekmiyordu aslında ama büyük bir dikkatle dinliyormuş gibi yapıyordum.
Hepsi dinlenilmiş olmanın ve onaylanmanın sevinşöyle ayrıldılar
yanımdan, ne büyük huzurdu onaylanmak. Dosyanı çıkardım, birşeyler
yazdım, rutin, sıradan hep yazılagelen söyler. Ezberlenmiş roller gibi
rahatça akıyorlardı kağıda. Değişik olaylar olmasını bekliyordum. Ufak
bir renkti aradığım. Ama yaşantımız şöylesine tek renk hale gelmişti ki o
renk dışındaki rtenklere şüpşöyle bakmaya da alışmıştık. Siyahın bile
tek tonu vardı bizim için, versiyonları değil sadece kendisi
ilgilendiriyordu bizi. Bu karmaşa içerisinde daha fazla renge
tahammülümüz kalmamaıştı sanki. Zaten varolan o tek renk bile yeterince
korkutuyordu bizi. Daha büyük korkulara katlanamazdık, yaşantımızı diğer
renklerle kirletemezdik. oysa yıllar sonra kirlenmenin güzel olduğuna
dair reklamlar yapılacaktı. Etrafımı boş gözlerle süzdüm. Bir arkadaşla
göz göze geldik. Yine aynı sevimil bakşlar ve baş eğmeler. Ne kadar
tanıdık bir yaşamdı bu, bana aitmiş gibi. Cidden benim miydi bu yaşam?
Telefon çaldı. Bir ses evecenlikle " doktora gidiyorum, eve geç
kalacağım" dedi. tamam bile demedim, göreksizdi çünkü. Yemek vaktine
kadarBöylece oturdum, birkaç imza attım, birkaç demlik çay içtim,
sigaramı hiç ettim onunla birlikte. Ne iyi. Yemekten dönünce gazete
okudum. Kuponaları seyrettim. Kesmek külfet ama seyretmesi zor değil.
Keşke "Kuzate" diye bir gazete çıksa ve ben kuponlarıBöylece seyretsem.
Ne haber, ne köşe yazısı, ne salya sümük duygu pazarlayıcıları, hiçbiri,
bu tek renk hayatımızı kirletmese. Ama ben bunlarla avunabiçecek miyim?
Mutlu olmam şart mı? Gazeteleri karıştırdım. Kışırtısı beynimi
zonklatıyor. Devam ettim, bir ara telefon çaldı. Sonra "Sizi arıyorlar"
dediler. Büyük bir üşengeçlikle yarimdemn kalktım. Ses tanıdık ve sadece
bir cümle " gidiyorum". Öğle vakti. Telaşla kapattım telefonu. Rengim
değişmişti. Hızla çıktım işyerinden. Koşasım geldi ama yapamadım, çok
istedim ama adımlarım ihanet etti bana. ( Kış, rüzgar her şeyi
itekliyor. Yolda iki kişiBöylece yürüyordu rüzgara aldırmadan.
Üşüyorlardı ama elleri ceplerinde değil. Dar bir yola sapıp dik bir
yokuşa çıktılar. Sonra bir koruluk. Şaraplarını çıkarıp sessiz
çığlıklarla yudumladılar. Yanlarından birkaç kişi geçti, bakıp
gülümseyerek. Sonra şişeleri bitiyor ve birisi yuvarlana yuvarlana,
diğeri onu kaldırmaya uğraşarak ilerliyorlar. Sonra keskin bir soğuk,
uzun bir yürüyüş ve sahne sona eriyor. ) Aklımdan hep
paylaşımlarımızıgeçti. İnatla itekliyorum onları ama gitmediler.
Gitmelerini istemiyordum aslında. Bağırıyorum, duymuyorlar, yıtıyorum
kaldırımları karşıma dikiliyorlar, ağlıyordum. İskeleye geldim şimdi,
etrafı kolaçan ederek. Gideceğim yolu bulunca hizla ilerledim. Orada,
ileirde duruyordu. Sırtı bana dönük. Adınlarımı ağırlaştırdı. , bu
süreyi uzatır diye. Yavaşça yaklaşıp sırtına dokundum. Donuk gözlerle
baktı. Susutuk. Yırtıcı ve korkunç bir sessizlikti bu. Sokaç boyunca
ilerledik, durdu. "Sana şöylenecek çok şey yok dostum. Gidiyorum, çünkü
bu aklayacak beni. Gidiyorum, çünkü kalırsam yoklaşacağım.
Ağlamayacağım, göz yaşlarımı harcamayacağım. Son anımız salyalı sümüklü
olsun istemiyorum. Biliyorsun gönlümüzde acılara daha çok yer var.
İleride ellerimiz yine kavuşacak, kuvvetle sarılacağız birbirimize. O
güne değin ağlamak yok, sevinçten ağlayana kadar ağlamak yok, dostum,
gidiyorum. " dedi. birşey söyleyemedim, boğazımdaki çığlık taşamadı
dışarı. söyledir, dost,söyledir. " dedim. Kucaklaştık ve yönlerimiz
ayrıldı, belki sonsuza dek. Ama bu incitmedi bizi. Kırgınlığımızı ve
haykırışlarımızı kalbimize gömdük. Ağlamadık, çünkü ağlamak
yaralayacaktı bizi. Güldük ve isYaşlı boyun eğdik, güpegündüz. İlk
değil, son da. Artık kayboldu gözden ve ben yıllar sonra ilk kez
gözlerimden akaç yaşaş şaşarak ve aydınlığımızı elimde güneşe eş
tutuarak işimin yolunu tuttum. O gitti ve güçlüler hep terk edenlerdir
sözü geldi aklıma, güldüm. akşam. Körpe mutlulukları daha başta
yitirmenin ve umutlarımızı kararsız sabahlara ötelemeninne denli zor
olduğunu ikimiz de biliyorduk artık. Devinen bir korkaklık içinde uykulu
bir sanal yaşamın kıpırdanışlarını içimize akıttık. Dün günlerin en
güzeli gibi görünse de henüz yaşamadıklarımızın da mutluluklara gebe
olduğunu umuyorduk. Ama kendi dünyalarımızıa bunu ne denli
gerçekleyebileceğimizden habersisizdik. Ve bilmek işime gelmiyordu.
İkimizin de içimize sığmayan dünyalarımızı ortada bir yerelerde
buluşturmayı umuyorduk. Bir bağlamda başarmıştık da bunu. Ama yine de
olİmamıştı. İki ayrı insandık, iki ayrı dünya. Düşlerimiz ve
sevdalarımızıvardı birbirine teğet, o özgürlüğü seçti ben sadece ipimi
uzattım, fark buradaydı. Hayat bir sonraki ayrılığa kadar yeni bir yara
açmıştı kalbimde ve zaman buna çare olacaktı, umut ediyordum.
16 Ekim 2016 Pazar
Bir Sonraki Ayrılık Bir sonraki gece
Yaşanmış Hikayeler
Etiketler:
Yaşanmış Hikayeler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder