Hasret
hanım'la, hemşire olarak çalıştığım hastaneye yattığı gün tanıştım.
Hasret hanım sedyeden alınıp yatağına yatırılırken, eşi de yanındaydı.
Yakalandığı ince hastalık olarak adlandırılan vereme karşı amansız bir
Savaşıveriyordu. Hastalığı son safhasında olmasına rağmen; teni
bembeyaz, solgun yüzü, biçimli kırmızı dudakları olan, neşeli ve canlı
bir hanımdı. Yatağına yerleştirdik. Kullanacağı tüm eşyalarını
yerleştirdikten sonra: "Başka bir ihtiyacınız var mı?" diye sordum. "
Evet" dedi. Çantamdaki kitaplarımı alabileceğim kadar yakınıma koyar
mısın? Duygulu, hassas ve romantik bir hanımdı. İlerleyen günlerde ki
konuşmalarımızıan pembe dizilere, aşk konulu filmlere ve romantik
kitaplara düşkünlüğünü gördüm. Aramızdaki dostluk; her geçen gün
ilerliyordu. Bir ara baş başayken: " Evleneli nerdeyse tam yirmi beş yıl
oldu. Yani tam bir çeyrek asır. Kadınları sürekli ‘aptal kadın' gözüyle
gören bir erkekle evlilikte ne kadar mutlu ve mesut olabilirsiniz?
Bunun ne kadar can sıkıcı bir hayat olduğunu bilir misin? Onun beni
sevdiğini biliyorum ama bu güne kadar bir defa dahi olsa ‘seni
seviyorum' demedi. Hakkını inkaç edemem. Ne aç koydu, ne açıkta bıraktı.
Her insanın karnını doyurabilir, sırtını giydirebilirsiniz. Ama
onalrdan daha önemlisi oların kalbini, yüreğini, düşünce ve duygularını
da düşünmek, doyurmak görekmez mi?" Hastanenin bahçesindeki yaprakları
dökülmekte olan ağaçlara bakarken; son günlerini yaşamaktaydı. İçini
çekerek söyleniyor, gözlerinden sıcak bir damla yanaklarına doğru
kayarak düşüyordu. "Bana ‘seni seviyorum' demesi için neler vermezdim.
Ama bu onun sanki tabiatına aykırı gibi bir insan o. "kocası ise her gün
Hasret hanım'ı ziyarete geliyordu. Önceleri, Hasret hanım yatağında
kitabını okurken veya televizyon seyrederken, o da yatağının ayak ucunda
oturuyordu. Hasret hanım, daha sonraki günlerde, uzun saatler uyurken;
odanın dışındaki koridorda aşağı yukarı veya hastanenin bahçesinde
yürüyerek geçiriyordu. Çok geçmeden, Hasret hanım hiç kitap okuyamaz
oldu. Uyanık olarak geçirdiği süreler, dakikalarla ölçülür olmuştu. Ben
ise vaktimin çoğunu onun yanında kocasıyla ile geçiriyordum. Bana
müteahhitlik yaptığını ve sık sık avlanmaktan zevk aldığını anlatmış.
İki kız çocukları olmuş, birini yıllar önce yuvadan uçurmuşlar diğeri
ise başka bir şehirde üniversitede okuyormuş. Hasret hanım, bu amansız
hastalığa yakalanana kadar, birlikte baş başa geçen, hayatın tadını
çıkarmak adına bir çok seyahat ve gezi yapmışlar. Mesut Bey, eşinin
yavaş yavaş ölüme yaklaştığı gerçeği karşısında, duygularını bir türlü
dile getiremiyordu. Bir gün kafeteryada birlikte kahve içtikten, konuyu
kadınlara ve biz kadınların yaşamlarında romantizme ne denli göreksinim
duyduğumuza, eşimizden romantik sözler, mesajlar, kartlar ve aşk
mektupları almaktan ne kadar hoşlandığımıza getirdim. " Hasret hanım'a
kendisini hiç sevdiğini söylediniz mi?" diye sorduğumda, bana tuaf bir
şey söylemişim gibi garip garip bakmıştı. "söylememe gerek var mı?"
dedi. "Kendisini sevdiğimi zaten o biliyor!" " Elbette biliyor. " dedim
ve uzanıp elini tuttum. Elleri sıradan bir erkeğin ellerinden daha
sertti. Bir kazma kürekle çalışan birinin ellerinin olması gerektiği
gibiydi. O anda tutunabileceği tek şeyin elindeki fincanmış gibi sıkı
sıkıya ona yapışmıştı. "Mesut Bey, Her kadın sevildiğini, seven için ‘ne
anlama geldiğini bilmek' ister. Bunları hiç düşündüğünüz oldu
mu?"Birlikte Hasret hanım'ın odasına doğru yürüdük. Mesut Bey, odaya
girdi. Ben ise diğer hastaları ziyarete gittim. Daha sonra, Mesut Bey'i
Hasret hanım'ın yatağının kenarında oturduğunu, onun elini tuttuğunu
gördüm. İki gün sonraydı. Sabah hastaneye gitmiştim. Mesut Bey,
koridorun duvarına yaslanmış, gözlerini yere dikmişti. Hasret hanım'ın
güneşin yeni bir gün için doğmakta olduğu; sabah 05:45'de öldüğünü; baş
hemşireden öğrendim. Mesut Bey beni görünce yanıma geldi. Gayri ihtiyari
bana sarıldığında; bütün bedeni titriyordu. Gözleri kızarmıştı ve
yanakları gözyaşlarının izleri vardı. Sonra, sırtını duvara yasladı ve
derin bir nefes aldı. "Sana bir şey söylemeliyim" dedi. "Ona sevdiğimi
söyledikten sonra kendimi çok iyi hissettim. "Sustu ve başını kaldırdı.
"söylediklerinizi uzun uzun düşündüm. Bu sabaha karşı ona: ‘kendisini ne
kadar çok sevdiğimi, onunla evli olmaktan ne kadar mutlu olduğumu'
söyledim. Onun ne kadar güzel gülümsediğini görmeliydiniz!" Hastaneden
götürülmek üzere; hazırlıkları yapılan Hasret hanım'a veda etmek için
odasına girdim. Hasret hanım'ın yüzü asudelik içindeydi. Bir ömür boyu
beklediği sözü, yeni bir hayata başlamak üzere giderken; alabilmiş
olmanın rahatlığı ve huzuru içinde gibiydi. Başucundaki komodinin
üzerinde Mesut Bey'in yazmış olduğu bir Sevgililer Günü kartı duruyordu.
Üzerinde: "Sevgili Karıma. Seni Seviyorum" diye yazıyordu. Daha sonraki
günlerdeydi. Mesut Bey'le yolda karşılaşmıştım. "Onun değerini, onu
kaybettikten sonra çok daha iyi anladım. Geçen gün bir yazı okudum.
Keşke onu yıllar önce okusaymışım. İnsanlığın yüce rehberinin bir hadisi
şerifinde: " Erkek hanımının yüzüne güler yüzle bakarsa ‘bir köle azat
etmiş sevabı', tebessüm ederse ‘haç ve umre etmiş sevabı' kucaklar ve
severse ‘sıddıklar' sevabı yazılır" diyordu. "Bu hadisi şerifi okuduktan
sonra daha da iyi anladım ki' söyleyenin kendisinden hiç bir şey
eksilmediği halde; ‘Seni seviyorum' dememekle; biz erkekler ne kadar da
cimriymişiz meğer!. " diyordu.
17 Ekim 2016 Pazartesi
Hasret
Yaşanmış Hikayeler
Etiketler:
Yaşanmış Hikayeler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder